9 Kasım 2010 Salı

13. Demiryolu ve Kültürel Hayat

13. Demiryolu ve Kültürel Hayat

İzmir - Seydiköy Demiryolu Hattı ve Kültürel Hayat
İzmir – Seydiköy Demiryolu ve Kültürel Hayat
Daha önce de birkaç kez kaydedildiği gibi, Seydiköy daha 17 yüzyıl sonlarında İngiliz ve Hollanda konsolosluklarının yanı sıra pek çok yabancı tacirin yazlık ve kışlıklarının bulunduğu güzel bir köy olarak ünlenmişti. 19 yüzyılın ilk yarısında İzmir çevresindeki yazlık alanlarda tüm eğlencenin yemek içmek ve karşılıklı ziyaretten ibaret kaldığı zannedilmektedir. Zaman zaman (örneğin 1829 yaz aylarında olduğu gibi) buralarda bir takım kültürel ve sanatsal etkinliklerde bulunulduğunu anlıyoruz. Aynı yıla ait iki gazeteden aktardığımız şu haberler, bu konuda aydınlatıcı bilgiler vermektedir. Haberlerden birincisine göre, o yaz Buca Amatörler Tiyatrosu (Theatre des Amateurs de Boudja) Seydiköy’de başarılı temsiller vermiştir. (61) İkinci haberde ise şöyle yazar: ”İzmir kent halkının tümünün (Türkler, Rumlar ve Levantenler ile kentte bulunan yabancılar ) ortak bir gezi, eğlence ve dinlence yeri Kervan Köprüsü (Tepecik) olmuştur. İzmir’i anlatan gezi notları içinde bu alandan söz etmeyen yok gibidir. Yine bu notlar içinde özellikle yabancı uyruklularla, kente gelen yabancıların ve yerleşik Levantenlerin eğlenme ve dinlenmeleri söz konusu olduğu zaman akla kent çevresindeki Buca, Bornova ve Seydiköy gelmektedir. Buralar 19. yüzyılın ilk yarısı içinde varlıklı ailelerin yazlık köşklerinin bulunduğu yerler olarak anılmaktadır. Bu banliyölerin sürekli olarak iskân edilmesi, ancak ulaşım olanaklarının iyileştiği ve özellikle demiryolu bağlantılarının sağlandığı 1876 yılından sonra daha da artmıştır. 1876 yılı Aralık ayında işletmeye açılan Seydiköy (Gaziemir) bağlantısının yapım masraflarını, Seydiköy’ün zenginlerinden Rum Fotiyadis ve Purser aileleri (Bay Purser Aydın Demiryolları Genel Müdürü idi) karşıladığı için, hattın imtiyaz hakkını elde etmişlerdi. (62) 1907 yılının Ekim ayında, Aydın Demiryolu Şirketi, onlardan bu imtiyaz hakkını 6.000 lira karşılığında almıştır. Bu şirket daha sonraları tamamıyla Türklerin eline geçecektir.

Yabancı gezginlerin bu ziyaret ve davetlerle ilgili anlatımlarından bazılarını aşağıda aktaracağız. Kentte gelen yabancı gezgin ve yazarların Türk evlerinin aile içi davetlerine katılma olanağı elbette ki epey sınırlıdır. Böyle durumlarda çoğu erkek olan yabancıların selamlık dairelerinde ağırlandıklarını ve bu ağırlamanın daha çok resmi yemekler şeklinde düzenlendiğini görüyoruz. Türk hanımlarının ev içi yaşantısına girebilmek ve buna tanık olabilmek bu yönden ancak, sayıları çok az olan kadın yazarlara nasip olabilmiştir. 1850 yıllarında gerçekleşen bu nadir ziyaretlerden birinin anlatımına da yer vereceğiz. Bunlardan birinde, İzmir’de valilerin genel olarak yabancı tacir ve konsoloslarla dostluk kurduğu anlatılmakta ve bunlar arasında karşılıklı ziyaretler yapıldığı açıklanmaktadır. ”İzmir valisi, Hollanda Konsolosluğu’na haber salmış ve Seydiköy’deki evinde kendisini ziyaret etmek istediğini bildirerek, önceden 20 kadar aşçısıyla, 20 hizmetkârını bu davetin hazırlanmasına yardımcı olmak üzere göndermişti. Saat sekize doğru vali yanında çok sayıda muhafız ve hizmetkârı ve özel giysileri içinde yanında bir kemana benzeyen ancak 10 telli, diğeri gitarı andıran, bir üçüncüsü ise obua görünümündeki çalgı aletleri bulunduran 4 Bektaşi dervişiyle birlikte bizzat gelmiş oldu. Valiye eşlik eden bu Bektaşi dervişleri beyaz sarık ve kutsal yeşilden bol bir giysi giymişlerdi. Akşam toplu halde yemeğe oturuldu. Dervişlerin çaldığı müzikle eğlenildi. Bana göre, bu son derece uyumsuz bir müzik ziyafetiydi. Yorgun olduğumuzdan eğlencenin tümüne katılmaktansa gücümüzü yarına toparlayabilmek için erkenden sofradan kalkıp yatmaya gittik. Ertesi sabah, günün ilk ışıklarıyla gerek benim gerekse bitişik odada kalmakta olan arkadaşlarımı uyandıran bir seranadla karşılaştık. Herhangi bir müzik türünden çok, eğer bir müzik diye nitelemek gerekirse, ağır, kasvetli, neredeyse bir ölüm ağıtını andıran bir havadaydı. Kulaklarımızı tırmalayan bu akortsuz seslerden kaçabilmek için henüz sabahın çok erken bir saati olmasına rağmen büyük bir aceleyle giyindik. Odalarımızın açıldığı salona girdiğimizde orada giyinik bir durumda hatta türbanlarını ve terliklerini bile çıkarmadan her biri kendi örtüsüne sarınmış ve yastıksız olarak horlayarak uyuyan vali ve mahiyetindekilerle karşılaştık. Odanın öbür ucunda dervişler hala çalıp avazları çıktığınca söylemeye devam ediyorlardı. Ancak bizi uyandıran bu seslerin, derin bir uykuya dalmış olan Osmanlıları hiç de etkilemediği anlaşılıyordu.” (63)

Seydiköy ve çevresini biraz gezdikten sonra, konsolosun evine döndüklerini ve bu arada kahvaltıdan akşam yemeğine kadar, Türklerin davranışlarını büyük bir dikkatle izlemeye çalıştıklarını belirten yazar, daha sonra anlatımını şöyle sürdürmektedir: ”Kahvaltı sofrasından kalkmak üzereyken valinin aşçıbaşısının kendiliğinden odaya girip büyük bir rahatlıkla oturduğunu gördük. Hizmetçiden kendisine bir bardak çay getirmesini istedi. Dervişler hâlâ valiyi eğlendirmek için tiz perdeden çalıp büyük bir güçle söylemekte karalıydılar. Abdest alınıp, duaların okunmasından sonra, öğle yemeğine oturuldu. Yemek herhalde sayısı 100 den az olmayan çeşitli yiyeceklerin bir geçidi gibiydi. Halının üstüne yere konan bu yemeklerden pek çoğu hiç dokunulmadan kaldırıldı. Yemekten sonra Seydiköy’de oturan bir aileyi ziyaret ettiler.“ Akşam ziyaretinde ise “büyük hole geldiğimizde kalabalıktan güçlükle kendimize yol açabildik. Yaklaştığımızda konsolos ve ailesiyle Türkleri, odanın üst kısmındaki sofada oturur bulduk. Seydiköy’ün tüm halkının orada bulunduğu söylenebilirdi. Salonda en az 300 kişi vardı. Tercüman aracılığıyla yapılan birkaç hoşbeşten sonra, salon dans için boşaltıldı. Müzik, bir piyano, iki keman ve bir flütten oluşmaktaydı. Dans gece yarısına kadar sürdü. Sabahın saat ikisinde, Türkler akşam yemeği için hazırlığa başladılar. Yere bir halı serildi. Bir sofra örtüsünün etrafında Türklerle konsolos ve kardeşi bağdaş kurarak oturdular. Halının dört köşesinde ellerinde bir mum dört hizmetkâr ayakta bekliyordu. Vali, konsolos ailesinin dışında geride kalmış tek kişi olduğunu fark edince, kendilerine katılmam için işaret etti. Bu davete büyük bir aceleyle katıldım. Yere bağdaş kurdum. İlk yemeğimiz tahta kaşıkla yenen pilavdı. Ortada tabak, bıçak ve çatal yoktu. Pilavın ardından 30 çeşit kadar yemek geldi ve gitti. Ziyafetten sonra hem içmek hem de ellerimizi yıkamak üzere su getirildi. Daha sonra gelen meyveleri, çubuklar ve tütün izledi. Sabahın dördü olmasına rağmen dervişlerin uyumsuz müzik ziyafeti yeniden başlamıştı. Saat beşe doğru, ertesi gün güneşe ve sıcağa kalmadan İzmir’e dönmek zorunda olan İngilizler, bir saat olsun dinlenebilmek için odalarına çekildiler. Türkler ise sabah namazına, güneşin doğuşuna kadar eğlencelerini sürdürdüler.” İzmir’de genel olarak kente gelen önemli yabancı misafirler valiyi ve diğer yöneticileri, kadıyı ya da gümrük Emin’ini ziyaret etmeleri usulden olmuş, bu ziyaretler adeta beklenir olmuştur. (64)

GAZİEMİR GAZİEMİR


Copyright © 2008 gaziemirtarihi | Tüm Hakları saklıdır.| gaziemirtarihi@gmail.com

Portalımızda yayınlanan fotoğraflar Ercan ÇOKBANKİR'in arşivindendir.
Kaynak gösterilerek ve portalımızın ilgili sayfasına link verilerek yayınlanabilir.
Designed by E. Ç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder